Hz.ÜZEYR (A.S) (Evliyada olabilir)
عزير
Üzeyir (Arapça: عُزَيْرْ, ‘Uzair), MÖ 4.-5. yüzyıllarda yaşamış Ezra (İbranice: עֶזְרָא) ile aynı kişi olduğu iddia edilen Yahudi peygamber ya da din adamı.
Hz. Üzeyr'in (a.s.) Hârûn -aleyhisselâm-’ın neslindendir.
Tevrât’ı ezberleyen sayılı kimselerdendi. Yahûdîlerce “Ezrâ” olarak bilinir.
Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bir yerde Tevbe sûresinde (9/30) bahsi geçen Üzeyir’in (Uzeyr) kimliği tartışmalıdır. Kur’an yorumcularının bir kısmı Bakara sûresinin 259. âyetinde yüzyıl uyuduğu bildirilen kişinin Üzeyir olduğunu nakleder (Ayoub, s. 7). İslâm kaynaklarında açıkça ifade edilmemekle birlikte müslüman âlimlerin çoğunun Üzeyir’i yahudi geleneğindeki Ezrâ ile özdeşleştirdiği görülmektedir. Yahudi geleneği hakkında geniş bilgiye sahip bulunan İbn Hazm, Üzeyir ve Ezrâ isimlerinin aynı şahsa delâlet ettiğini açıkça söylememekle beraber eserlerindeki anlatımdan onun da bu yöndeki görüşü benimsediği anlaşılmaktadır (el-Faṣl, I, 99; er-Red, s. 77). Bir mühtedi olan Semev’el el-Mağribî, Üzeyir’in Ezrâ ile özdeşleştirilmesine karşı çıkar. Ona göre Üzeyir Elazar (Eliezer) kelimesinin Arapçalaşmış şeklidir, dolayısıyla Üzeyir ile Ezrâ aynı kişi değildir (İfhâmü’l-Yehûd, s. 63). Çağdaş araştırmacılardan M. Sharon da benzer bir görüşe sahiptir. Sharon’a göre Üzeyir, İbrânîce “ozer” (yardım edici) kelimesinin Arapçalaştırılmış biçimidir (Encyclopaedia of the Qur’ān, IV, 39). Mekkî b. Ebû Tâlib ise “üzeyir” kelimesinin Arapça kökenden geldiğinde bütün nahivcilerin ittifak ettiğini belirtmektedir (İbnü’l-Cevzî, III, 423). Üzeyir’in kimliği ve üzeyir kelimesinin kökeni konusunda daha farklı görüşler ileri sürenler de vardır. Bu kelimeyi Finkel, Mezmurlar’daki (2/7) “aziz” kelimesine, Mejdi Bey eski Mısır tanrılarından Oziris ismine, Paul Casanova “azazel” kelimesine dayandırır (Jeffery, s. 214). Mejdi Bey’in görüşüne Zürkānî de katılır. Ona göre İsrâiloğulları, Mısır’da bulundukları sırada Oziris’le ilgili inancı benimsemişlerdi (M. Abdülazîm ez-Zürkānî, II, 279). Newby ise Üzeyir’i Enoh’la (Uhnûh/İdrîs) ilişkilendirir (A Concise Encyclopedia of Islam, s. 209; ayrıca bk. İDRÎS).
Üzeyir’in peygamber olup olmadığı konusunda İslâm âlimleri arasında farklı görüşler vardır. İbn Abbas, Üzeyir’in peygamber olup olmadığını bilmediğini söyler (İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 283). İbn Ebû Hâtim ondan Allah’ın peygamberi diye söz eder (Tefsîr, II, 502). İbn Kesîr, Üzeyir’in peygamberliğine dair görüşün İslâm âlimleri arasında yaygın olduğunu nakleder. Buna göre Üzeyir, Dâvûd ile Süleyman veya Zekeriyyâ ile Yahyâ arasında yaşamıştır. İbn Asâkir’in İbn Abbas’tan rivayet ettiğine göre Üzeyir kader hakkında soru sorduğu için adı peygamberler listesinden silinmiştir (İbn Kesîr, II, 389-391). Bazı İslâm âlimleri Üzeyir’i (Ezrâ) Tevrat’ı tahrif etmekle de suçlamıştır (İbn Hazm, el-Faṣl, I, 197; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 421).
Üzeyir’le ilgili temel problem Kur’an’da bildirildiği üzere (et-Tevbe 9/30) yahudilerin onu Allah’ın oğlu olarak kabul etmeleridir. İslâm âlimlerine göre Üzeyir kaybolan Tevrat’ı yeniden ortaya çıkardığı için yahudiler onu Allah’ın oğlu kabul etmişlerdir. İslâm kaynaklarında bununla ilgili iki rivayet vardır. Bir rivayete göre Üzeyir zamanında İsrâiloğulları Tevrat’ı terketmiş ve doğru yoldan sapmışlardı. Bunun üzerine Allah, Tevrat’ı ve tabutu (tâbût, ahid sandığı) ortadan kaldırır ve hâfızalarındaki Tevrat’la ilgili bilgileri siler. İsrâiloğulları musibetler içinde sefih bir hayat sürmeye başlarlar. Hikmet sahibi sâlih bir kimse olan Üzeyir, Tevrat’ı yeniden göndermesi için Allah’a dua eder. Bir gün gökten bir nur iner ve Üzeyir’in kalbine nüfuz eder; bu nur Tevrat’ın nurudur. Nurun Üzeyir’in kalbine girmesiyle Tevrat onun belleğinde canlanır. Üzeyir bunu halka açıklar ve Tevrat’ın kendilerine yeniden verildiğini müjdeler, ardından Tevrat’ı onlara öğretir. Üzeyir’in ölümünden sonra tabut bulunur ve içinden çıkan Tevrat’la Üzeyir’in öğrettiği Tevrat karşılaştırılır. İkisi arasındaki uygunluğu görünce hayrete düşen İsrâiloğulları, “Üzeyir’e bu bilgi ancak Allah’ın oğlu olduğu için verilmiştir” derler (Ali b. Muhammed el-Hâzin, II, 351). Diğer rivayete göre Bâbil Kralı Buhtunnasr, İsrâiloğulları’nı savaşta yenip mâbedi tahrip etmiş ve Tevrat âlimlerini katletmişti. Üzeyir bu olay sırasında henüz küçük bir çocuktu. İsrâiloğulları sürgünden döndüklerinde aralarında Tevrat’ı bilen kimse kalmamıştı. Allah bir işaret olarak yüzyıl ölü bıraktığı Üzeyir’i yeniden diriltince elindeki tasla bir melek Üzeyir’in yanına gelmiş ve Üzeyir meleğin sunduğu tastaki suyu içince Tevrat bilgisine sahip olmuştur. Daha sonra Allah onu İsrâiloğulları’na göndermiş, Üzeyir kendini onlara tanıtmıştır. İsrâiloğulları, “Sen Üzeyir isen Tevrat’ı bize yazdır” demiş, Üzeyir de Tevrat’ı onlara yazdırmıştır. İçlerinden biri, “Babam Tevrat’ın gömülü olduğu yeri bana haber vermişti” deyince Tevrat’ın gömülü olduğu yere gidip Tevrat’ı çıkarmış, Üzeyir’in yazdırdığı Tevrat’la bu Tevrat arasında hiçbir fark görülmemiştir. Bunun üzerine İsrâiloğulları, Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğu için Allah’ın onun kalbinden Tevrat’ı yok etmediğini söylemiştir (a.g.e., II, 351-352; İbnü’l-Cevzî, III, 423-424).
İslâm kaynaklarında Üzeyir hakkında nakledilen bu rivayetler yahudi tarihinde önemli bir yere sahip olan Ezrâ’yı akla getirmektedir. Nitekim “pseudographik” metinlerden IV. Ezrâ’da (IV/19-48) bu rivayetlere benzer bir anlatım bulunmaktadır. Yahudi geleneğine göre Ezrâ bir peygamber değildir, fakat Yahudilik’te peygamberden üstün bir konuma sahiptir. Yahudi din bilgini rabbiler onu Hz. Mûsâ ile mukayese etmiş ve onun da Hz. Mûsâ gibi Tevrat’ı almaya lâyık olduğunu ileri sürmüştür. Rabbilere göre Hz. Mûsâ daha önce gelmeseydi Tevrat Ezrâ’ya verilirdi (Sanhedrin, 21b). A. Geiger, Kur’an’da yer alan Üzeyir’le ilgili ifadenin Talmud’daki aşırı saygı ifadesinin yanlış aktarımından kaynaklandığını ileri sürer (Judaism and Islam, s. 154).
Hazret-i Üzeyr’in peygamber olup olmadığı husûsunda Kur’ân-ı Kerîm’de kesin bir bilgi yoktur. Nitekim Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“Üzeyr’in peygamber olup olmadığını bilemiyorum!..” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 13/4674; Ali el-Müttakî, XII, 81/34087) buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’de, sadece Allâh Teâlâ tarafından öldürülüp yüz sene sonra tekrar diriltildiğinden bahsedilir.
YÜZ SENELİK BİR ÖLÜMDEN SONRA TEKRAR DİRİLTİYOR AMA NASIL?
Hazret-i Üzeyr’in yaşadığı devirde de azgınlık ve taşkınlıklarını artıran İsrâîloğulları’na Allâh Teâlâ, belâ olarak Buhtünnasr’ı vermişti. Buhtünnasr, Şam ve Ürdün bölgelerini istilâ etti. Mescid-i Aksâ’yı yıktı. Bağ ve bahçeleri harâb etti. Savunmasız insanları hunharca öldürüp, genç ve işe yarar gördüğü kimseleri esîr olarak yanında götürdü. Hazret-i Üzeyr de bunların arasındaydı.
Rivâyete göre Üzeyr -aleyhisselâm-, elli yaşında iken kaçarak esâretten kurtuldu. Bir merkeple Kudüs’e doğru yola çıktı. Kudüs’e yaklaştığı sırada şehrin yıkık binâlarına, harâb olmuş bağ ve bahçelerine bakarak mahzun oldu. Karnı da iyice acıkmış olduğundan, merkebini bir ağaca bağlayarak orada bir miktar incir toplayıp yedi. Üzüm sıkıp suyunu içti. Sonra bir ağacın altına oturdu. Perişan ve harâb olmuş memlekete, çürümüş tenlere, yığılmış kemiklere ibretle baktı. Hakk’ın kudretini tefekkür ederek, her şeyin yeniden nasıl dirileceğini düşünürken uykuya daldı.
HZ ÜZEYİR İLE İLGİLİ AYETLER
Allâh Teâlâ buyurur:
أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّىَ يُحْيِـي هـَذِهِ اللهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَأَمَاتَهُ اللهُ مِئَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَل لَبِثْتَ مِئَةَ عَامٍ فَانْظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ وَانْظُرْ إِلَى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ آيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ إِلَى العِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ اللهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Yâhut görmedin mi O kimseyi ki, evlerinin duvarları, çatılarının üzerine çökmüş (alt-üst olmuş) bir kasabaya uğradı:
«–Ölümünden sonra Allâh bunları nasıl diriltir acabâ?!» dedi.
Bunun üzerine Allâh O’nu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti:
«–Ne kadar kaldın?» dedi.
(O da:)
«–Bir gün, yahut daha az!» dedi.
Allâh O’na:
«–Hayır, yüz sene kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi Sen kemiklere bak; onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz.» dedi.
(O etleri çürümüş, kemikleri parça parça olmuş merkep, Allâh’ın emriyle tekrar dirildi.) Durum kendisi tarafından anlaşılınca (Üzeyr):
«–Şimdi iyice biliyorum ki, Allâh her şeye kâdirdir!» dedi.” (el-Bakara, 259)
Hz.ÜZEYR UYANDIĞINDA NELER YAŞANDI?
Üzeyr -aleyhisselâm-, uyuduğu zaman sabah vakti idi, uyandığında ise güneş batmamıştı. Ancak geçen zaman, yüz yıldı. Bu arada Buhtünnasr ölmüş, bütün esirler serbest kalarak Kudüs’e dönmüşlerdi. Mescid-i Aksâ tâmir edilmiş ve bütün şehir tekrar mâmur hâle gelmişti.
Üzerinde tahakkuk eden bu büyük tecellîlerin ardından Üzeyr -aleyhisselâm- merkebine binerek Kudüs şehrine girdiğinde, herşeyi değişmiş olarak buldu. İnsanlar tanıdığı insanlar, binâlar da bildiği binâlar değildi. Tahmînî olarak mahallesini aradı. Bir evin önünde durdu. Kapısında rastladığı kör ve kötürüm bir kadına:
“–Üzeyr’in evi neresidir?” diye sordu.
Kadın hüzünle:
“–Üzeyr’in evi burasıdır, ama kendisi yüz yıl önce kayboldu. Ben de onun câriyesiyim!” dedi.
Hazret-i Üzeyr:
“–Ben Üzeyr’im!” diyerek kendisini tanıttı ve başından geçenleri nakletti.
Câriyesi çok sevindi ve eski hâline dönmesi için ondan duâ etmesini taleb etti. Üzeyr -aleyhisselâm- da, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine verdiği nîmetlere şükrederek duâ etti. Kadın, önceki sıhhatine ve eski hâline kavuştu.
Hazret-i Üzeyr, uyuyup vefât ettiği sırada 18 yaşında bir oğlu vardı. Şimdi o, 118 yaşında ak sakallı bir ihtiyardı. Bu ihtiyarın babası olan Üzeyr -aleyhisselâm- ise 50 yaşında bir kimseydi. Oğlu babasını tanıyamadı:
“–Benim babamın sırtında hilâl şeklinde siyâh bir ben vardı!” dedi.
Üzeyr -aleyhisselâm-’ın sırtını açıp baktıklarında bu hilâl şeklindeki siyâh beni gördüler. Artık kimsenin Hazret-i Üzeyr hakkında şüphesi kalmadı.
Buhtünnasr, Kudüs’ü işgâl edip yağmaladığı zaman, bütün Tevrât nüshalarını da yaktırmıştı. Bunun için Üzeyr -aleyhisselâm-, dîni yeniden ihyâ etti.
ÜZEYR ALEYHİSSELAMA, YAHUDİLER NEDEN -HAŞA- ALLAH'IN OĞLU DEDİLER?
İbn-i Abbâs’tan gelen rivâyete göre, Allâh Teâlâ İsrâîloğulları’nın Tevrât’ı bırakıp hevâlarına uyduklarını görünce, Tevrât’ın içinde bulunduğu sandığı onlardan aldı, Tevrât’ı da onlara unutturdu. İsrâîloğulları buna çok üzüldüler. Bilhassa Üzeyr -aleyhisselâm- Allâh’a çok ibâdet etti; O’na yalvarıp yakardı. Allâh’tan inen bir nûr, onun kalbine girdi. Unutmuş olduğu Tevrât’ı hatırladı. Ondan sonra Tevrât’ı yeniden İsrâîloğulları’na öğretti. Daha sonra Tevrât’ın içinde saklandığı sandık bulundu. İsrâîloğulları, Üzeyr -aleyhisselâm-’ın öğrettiği Tevrât’ın aslına uygun olduğunu gördüler ve Üzeyr -aleyhisselâm-’a olan sevgileri daha da ziyâdeleşti.
Bu büyük tecellîler karşısında Benî İsrâîl kavmi, daha sonraları bâtıl bir akîdeye kayarak Üzeyr -aleyhisselâm-’a “Allâh’ın oğlu” diyecek kadar ileri gittiler. (Taberî, Câmiu’l-Beyân, X, 143)
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللهِ ذلِكَ قَوْلُهُمْ بِأَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُونَ قَوْلَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ
“Yahûdîler: «Üzeyr, Allâh’ın oğludur!» dediler. Hristiyanlar da: «Mesîh (Îsâ) Allâh’ın oğludur!» dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Onlar, sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allâh onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar.” (et-Tevbe, 30)
اِتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُوا إِلاَّ لِيَعْبُدُوا إِلـهًا وَاحِدًا لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
“(Yahûdîler) Allâh’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını; hristiyanlar) da râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (Îsâ’yı) rabler edindiler. Hâlbuki onlara, ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (et-Tevbe, 31)
Her ne kadar bugünkü Yahûdîler Hazret-i Üzeyr’e “Allâh’ın oğlu” yakıştırmasını kabûl etmeseler de, o zamanki bir grup Yahûdî, Üzeyr -aleyhisselâm-’a karşı tâzîmde çok aşırıya gitmişler ve içlerinden bazıları O’na bu isnadda bulunmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder