Hz.İBRAHİM(a.s)
İbrahim aleyhisselamın nesebi Nuh aleyhisselamın oğlu Sam'a dayanır. Hz.Nuh'un vefatı ile Hz.İbrahim arasında iki peygamber (Hz.Hud ve Hz.Sâlih) vardır.Bu fasıla (rivayete göre, M.K.) 1143 senedir. Hz.Hud ile Hz.İbrahim arasında da 630 yıllık bir fasıla olduğu bildirilmiştir. Doğum yeri Bâbil(Irak) kentidir.
İbrahim isminin anlamı:
Kelimenin türetilmesi ile ilgili değişik görüşler bulunmaktadır. Ab = "Baba;" Hir veya H'r = "Baş; Üst; Yüceltilmiş;" Am = "Halk." Dolayısıyla, Abhiram veya Abh'ram "Yüceltilmişlerin Babası" veya “halkın babası” anlamlarına gelmektedir. İbranice'de Rakham = "İlahi merhamet", Ab raham; merhametin veya "merhametlilerin babası" anlamlarına gelir. Diğer bir görüşe göre Sami dillerinde baba anlamına gelen "Ab" ve yüce anlamına gelen "Raam/Raham" kelimelerinin birleşiminden “yüce baba” veya yüceltilmişlerin babası anlamı çıkmaktadır.
Yahudi ırkının Hindistan ile bağlantılı olduğunu savunan bazı araştırmalara göre; "Abraham" Brahma kelimesinin yanlış telaffuzundan başka bir şey değildir, dolayısıyla Brahma ve Abraham aynı kişilerdir. Keşmir dilinde "Ab" veya "Ap" baba, "Raham" ilahi merhamet anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Ab-Raham = İlahi merhametin babası anlamına gelir. Diğer bir teori; Çok tanrıcı "Brahm-Aryan" kültüne sırt çeviren bir rahibin "A-Brahm" (Gayri-Brahman) olarak nitelendirilmesiyle ismin türetildiğidir.
Arapça Abrahim diye okunur ve söylenir. Eskiden Anadolu Türkçesinde Abram veya İbram diye söylenirdi.
İbrahim aleyhisselamın babası:
Allahü Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de : «İbrahim, babası Âzer'e...» buyurmaktadır. Bu âyetten anlaşılacağı gibi Hz. İbrahim'in babası Âzer isminde idi. Ama, bazılarına göre İbrahim aleyhisselamın babası -Kur'anda bildirilen- putperest Âzer değil, mü'min olan Târuh idi. Bu görüsü destekleyenler arasında meşhurları Abdülhakim Arvâsi, Kadi Beydâvi ve Senâullah Dehlevi vardır, ama Şii'ler de bunu söylemektedirler . Bir rivâyete göre Âzer Hz. İbrahim'in - amcası olup - Târuh'un ölmesiyle Emile ile evlenip, Hz. İbrahim'in üvey babası oldu. Tefsir yönünden bunu böyle açıklamaktadırlar : En'am suresinin manası : «İbrahim, Âzer olan babasına dediği zaman» anlamındadır. Böyle olmasaydı Kur'an-ı Kerim'de «Babası Âzer'e dediği zaman» demeyip, "Âzer'e dediği zaman" veya "Babasına dediği zaman" demek yetişirdi . Âzer, kendi babası olsaydı "Babası" kelimesi fazla olurdu demektedirler. Bir kanıt olarak Şua'ra suresinin 219. ayetini göstermektedirler. Bu surede Allah « Secde edenler arasında dolaşmanı da görüyor » denilmektedir.
Buna göre Peygamberimizin sülâlesinde hiçbir putperest yoktur. Bu görüşü reddedenler ise, ki bunlar arasında Taberi, Ebu Hayyan ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır vardır, açık olan âyete (En'am, 74) bir mâna verilmek istenmiştir demektedirler. Mealine göre manalar değistiği için anlamlar da değişir teorisini ileri sürmektedirler. Konuya objektif bir yönle bakmak gerekirse, Âzer'in İbrahim aleyhisselam ın babası olmaması biraz daha mantıklıdır. Sunu da belirtmek lâzım ki, bir üçüncü fikir vardır. O da, İbrahim aleyhisselamın babasının asıl isminin Tarih veya Taruh olup sonradan - bir putun ismi olan - Âzer ismine değiştirmesi. Bu da Nemrud'un onu puthanesi'nin nâzırı olarak tayin etmesinden sonra gerçekleşmiştir . Ama kaynaklar bu düşünce hakkında bilgi vermiyorlar, onun için fazla dikkat etmemek gerekir. Biz burda ilmi gerçekleri tartışmayacağımız için bunu burda noktalamak gerekir. Bu ihtilaf'ın çözümünü ancak Rahman, Rahim, Evvel, Âhir, Kebir, Aziz, Saafii, Mâlik, Gafur, Nur, Adl, Hak, Hakem, Rauf, Şehid, Veli, Kerim, Bari, Cebbar olan ALLAH bilir. Âzer ayrıca put yapardı ve Nemrud'un yakınında bulunurdu. Onun bir dediğini, iki etmezdi.
Hz.İbrahim'in doğumuna kadar vukuu bulan olaylar:
Nemrud ve ona tâbi olanlar azgınlık ve Allah'a isyan içinde yasamakta idiler. Bir gün Nemrud bir rüya gördü. Bir rivayete göre, rüyasında gökyüzünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızların bu nurun ışığında kaybolduğunu gördü. Diğer bir rivayete göre ise, rüyasında bir kimsenin gelip tahtından kaldırıp kendini yere vurduğunu gördü. Müneccimlere gördüğü rüyayı anlatıp tâbir ettirdi. Bunlar "Yeni bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatını temelinden yıkacak ! Ona göre tedbir almalısın" diye tâbir ettiler. Nemrud bu isin tedbiri kolaydır deyip, " Bundan sonra kimse çocuk sâhibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak. Doğan çocuklar, erkekse öldürülecek, kızsa bırakılacak" emrini verdi. Bu suretle 100.000 mâsum bebeği öldürüldüğü nakledilmiştir .
Doğumundan sonra:
Bu sırada Hz. İbrahim'in annesi hâmile idi. Âzer'in durumunu bildiği için, onu doğuma yaklaşınca kendisinden uzaklaştırdı ve gizlice bir mağaraya gitti ve orda Hz. İbrahim'i dünyaya getirdi. Doğduktan sonra annesi onu emzirdi ve mağarayı kapatıp geri şehre döndü. Âzer'e ," Çocuk çok zayıf doğdu ve hemen öldü" dedi. Bundan sonra mağaraya - gizlice -gelip İbrahim aleyhisselamı emzirip geri eve dönerdi. Rivâyetlere göre, Hz. İbrahim mağarada 7, 13, 16 veya 17 yaşına kadar kaldı.
İbrahim aleyhisselamın tefekkür ile tevhid'i bulması:
İbrahim aleyhisselam hakkında Allahü Teâlâ « Halil'im » demiştir. Bu da onun Allah'ı arayıp bulmasındandır. Bunun için Kur'an-ı Kerim'de şunlar buyrulmuştur : «Böylece biz, kesin iman edenler olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay'ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum,dedi. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki : Ey kavmim ! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım » . Bu olay resmi olarak bakılırsa Hz. İbrahim'in peygamberlik başlangıcıdır. Bundan sonra Hz. İbrahim Bâbil kavmine Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye başladı ve birçok delil gösterdi.
Hz. İbrahim (a.s.) Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın "Halil" dost diye nitelediği ulu'l-azm mertebesinde olan peygamber.
Nuh (a.s)'un çocukları ve torunları, önce Irak'a yerleşmiş ve Fırat nehrinin yakın bir yerinde Babil şehrini kurmuşlardı. Daha sonra, burada yerleşmiş olanlardan bir grup ayrılıp Dicle kıyısında -bugün Musul şehrinin civarında- Ninova şehrini inşâ etmişlerdi. Babil'deki halkın yerlileri olan Nabt kavmi, Süryânî dilini konuşmakta olup Babil şehrini de başkent yapmışlardı. Ninova'da ortaya çıkan Asur devletinde ise başkent Ninova olup, Babil'i hâkimiyetleri altına almıştı. Bir süre sonra Babil'de, Keldânîler, Asurluların hâkimiyetleri altında bulunan Nabtların ilim ve kültürüne sahip çıkmıştı.
Babilliler, tek Allah'a inanmayıp putlara ve yıldızlara taparlardı. Putları ve yıldızları, ruhların sembolü olarak kabul ederlerdi. Onların bu inancına "Sâbiîlik" denir. Sâbiîlik; ruhlara ve meleklere ibadet esasından başlar ve giderek yıldızlara, aya, güneşe ve sonunda bunlar adına yapılmış putlara tapmağa varırdı. Babil'de putların hem yapılıp hem de tapıldığı puthaneler vardı. Bundan dolayı devlet yönetiminde bir puthane bakanı bile bulunurdu.
İşte Allah, böyle inançtan yoksun ve medeniyetten uzak bir toplum olan Babil halkına İbrahim (a.s)'ı göndermişti. "İbrahim" kelimesinin manası "cemaat babası" demektir. Nitekim kendisinden sonra gelen peygamberlein babası Hz. İbrahim (as)'dır.
Cemaatının "Allah'ın dostu" anlamına gelen "Halîlullah" ünvanına sahip İbrahim (a.s), "Ulü'l-azm" denilen büyük peygamberlerden biridir. "Ulü'l-azm" makamına/gayesine erişen diğer peygamberler ise Nuh (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve Muhammed (a.s.v)'dir. Hz. İbrahim (as)'in "halilullah" lakabını alması Allah'a olan sevgi ve bağlılığındandır. Bir rivayete göre Hz. İbrahim (as) insanlara karşı çok cömert olduğu ve onlardan hiçbir şey istemediği için "halilullah" diye nitelendirilmiştir.
İbrahim (a.s)'ın nesebi hakkındaki rivâyetler muhteliftir. Ancak rivayetlerin hepsi Sâm b. Nûh'a vardığında ittifak etmiştir. Babasının ismi Tarih, lakabı Âzerî'dir.
Müslüman tarihçilerin kaydettiğine göre kâhin ve müneccimlerin o sene bölgede doğacak İbrahim adlı bir çocuğun halkın dinini değiştireceğini, Nemrûd'un saltanatına son vereceğini söylemeleri, diğer bir rivayete göre ise kendisinin bu mahiyette bir rüya görmesi üzerine Nemrûd hamile kadınları bir yere toplamış ve doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini, ayrıca erkeklerin eşlerinden uzaklaştırılmasını emretmiştir.
Bunun üzerine Âzer, İbrahim'e hamile kalan karısını Küfe ile Basra arasındaki Ur şehrine veya Verkâ denilen yere götürüp bir mağaraya saklamış, İbrahim bu mağarada doğmuştur. (Sa'lebî, s. 72-74; Taberî, I, 234-235)
İbrahim, Kur'ân-ı Kerîm'de ayrıntılı biçimde anlatılan (Şûrâ, 42/13) Allah'ın sonsuz varlığına ve birliğine dair istidlallerini yürütmüştür.
Bir akşam vakti İbrahim, babasına gördüğü şeylerin ne olduğunu ve bunların bir yaratıcısının bulunup bulunmadığını sormuş, onların bir rabbi olması gerektiğini düşünmüş; yıldızları, ayı ve güneşi görünce her biri için, "Rabbim budur" demiş: fakat gördükleri kısa süre sonra sönüp gidince: "Ben böyle sönüp batanları sevmem" diyerek bunların hiçbirinin ilâh olamayacağını ifade etmiş; "Hiç şüphesiz ben, bir tevhid ehli olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim, ben müşriklerden değilim" diyerek bir olan Allah'a dönmüştür. Rabbi İbrahim'e: "Müslüman ol!" dediğinde, "Âlemlerin rabbine teslim oldum (Baka-ra 2/131) diyerek bu davete icabet etmiştir.
Bununla birlikte, "Andolsun İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik; biz onu iyi tanırdık (Enbiya 21/51) mealindeki âyetin de işaret ettiği gibi İbrahim peygamberlik öncesinde de doğru yolda idi. İbraim aleyhisselamın, Yıldız, Ay ve Güneş için "Rabbim" demesi, kendisi onlara inandığı için değil, diğerlerinin anlayışına uygun olarak konuşmak ve akıllarını başlarına getirmelerini sağlamak içindir. "Farz-ı muhal Rabbim olsaydı, batmazdı, öyleyse ben batanları sevmem" anlamına gelmek üzere tarizde bulunarak onlara ders vermek adına böyle demiştir.
Hz. Nuh'a verilenler Hz. İbrahim'e de tavsiye edilmiş ona sahîfeler verilmiştir. (Necm 53/36-37; el-A'lâ 87/ 19) Müslüman tarihçiler Hz. İbrahim'e on sahîfe indirildiğini, bunların mesellerden ibaret olduğunu bildirirler. (Taberî, 1, 313; bk. Diyanet İslam İlmihali, İbrahim md.)
Hz. İbrahim (as)'in ismi Kur'an-ı Kerim'de yirmi beş sûrede altmış dokuz defa geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim (as) değişik isim ve sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. Kur'an'da da geçen sıfatlarının bazıları şunlardır: Evvâh (çok ah eden), Halim, Munib (Allah'a sığınan), Hanîf, Kânit (Allah'a kulluk eden), Şâkir.
Hz.Peygamber (s.a.s)'de Hz.İbrahim (a.s)'ın faziletini anlatırken şöyle der:
"Kıyâmet günü ilk elbise giydirilen kişi, İbrahim (as)'dir." (Buhâri, Enbiyâ, 8).
"Bir gece bana rüyamda her zaman gelen iki melek (Cibril ile Mikâil) geldi. Bunlarla beraber gittik, nihayet uzun boylu birinin yanına vardık, (Semaya doğru yücelen) boyunun uzunluğundan başını neredeyse göremeyecektim. O İbrahim (a.s) idi." (Buhârî, Enbiyâ, 8).
İbrahim (a.s) Babil halkına uzun süre hak dini, dünyayı, âhireti, hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlatmış; en yakını olan babasına ise bu meseleyi inceden inceye izah etmişti. Ancak başta babası Âzer olmak üzere halk, İbrahim (a.s)'a inanmayıp inkâr etmişti. İbrahim (a.s), babasının bu hareketine kızmamış, ona darılmamıştı. Hatta onun için Allah'tan rahmet dileyerek babasına karşı şöyle dedi:
"Sana selâm olsun! Senin için Rabb'ımdan mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkârdır." (Meryem, 19/47).
Bundan sonra İbrahim (a.s), baba ocağını terkederek oradan ayrıldı.
Milletine, putların hiçbir fayda sağlayamayacağını pek çok kere söyleyen ve ancak Yüce Allah'ı üstün niteliklere sahip olduğunu bildiren İbrahim (a.s), milletinin kendisine inanmadığını görünce hemen Nemrud'a gitti. Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçmeyen ve o sıralar milletinin başında bulunan Nemrud, sahip olduğu servet ve saltanatıyla kendini ilâh sanmaktaydı.
İbrahim (a.s), Nemrud'a Allah inancından bahsetti. Fakat o reddetti ve İbrahim (a.s) ile Rabbi hakkında münakaşaya girişti. İbrahim (a.s) Allah Teâlâ'nın hem dirilttiğini hem de öldürdüğünü söyleyince Nemrud, kendisinin de bunu yapmağa gücü yettiğini ifade eder. Nemrud, bunu ispat için, iki adamı getirtmiş, birini öldürmüş, diğerini bırakmış; böylece öldürmeğe ve diriltmeğe kâdir olduğunu göstermişti. Bu defa İbrahim (a.s.): "Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene." (Bakara, 2/258) deyince Nemrud şaşırıp kalmıştı.
Bir ara, Allah inancını kabule yanaşmayan halk, bir bayram günü âdetleri üzere puthaneye yemek getirmiş, putlarının önüne koymuş, daha sonra da eğlenme yerlerine gitmişti. İbrahim (a.s)'ı de götürmek istemişler, ancak o, rahatsız olduğu gerekçesiyle gitmemişti. Onlar eğlence yerlerine gidince, puthaneye girip putların hepsini paramparça etmiş, içlerinden sadece en büyüğünü, ona baş vursunlar diye sağlam bırakmıştı.
Bayram eğlenceleri biten halk, yine âdetleri üzere yemeklerini almak için puthaneye gelmiş, ancak puthaneyi harabeye dönmüş bir durumda görünce, putları bu hale getirenin İbrahim (a.s.) olabileceğini düşünmüşler, İbrahim (a.s)'i çağırıp şu şekilde sorguya çekmişlerdir:
- "Ey İbrahim! Tanrılarımıza bu hareketi sen mi yaptın?" Hz. İbrahim (as) bu soruya
- "Belki onu, şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorsa, onlara sorun!" şeklinde cevap verdi. (Enbiyâ, 21/62-63). Halk, putların cansız ve konuşamaz olduklarını itiraf edince İbrahim (a.s) tevhid inancını haykırırcasına şöyle dedi:
- "O halde Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (Enbiyâ, 21/66-67).
İbrahim (a.s)'ın bu savunması, sapıklar tarafından onun suçlu duruma düşmesine yetmişti. Sapıkların lideri Nemrud, İbrahim (a.s)'ın öldürülerek veya yakılarak cezalandırılmasını teklif etmiş ve nihayet ateşte yakılmasına karar verilmişti. Hazırlanan ateşin alevi, en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde İbrahim (a.s)'ı mancınıkla fırlatıp ateşe attılar. Ancak ateşin ve her şeyin sahibi olan Allah, ateşe şöyle emir verdi:
"Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol!" (Enbiyâ, 21/69).
Böylece İbrahim (a.s) ateşten kurtulmuş oldu. O sırada İbrahim (a.s)'a inanan tek bir kişi vardı; o da Lut (a.s) idi.
Hz. Peygamber (asv) şöyle buyurmuştur:
"İbrahim aleyhisselâm yalnız üç defa (te'vil ile başka bir manaya çevirerek) yalan söylemiştir. Bunların ikisi Aziz ve Celil olan Allah'ın zâtı ve rızası için: Birisi (putperestlere) "Ben hastayım." demesi öbürüsü de "Belki putların şu büyüğü bu işi işlemiştir." demesi. Resulullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrahim günün birinde zevcesi Sâre ile birlikte azılı bir zalime uğramıştı." (Buhârî, Enbiya, 8).
Hadisenin devamı şöyle anlatılmıştır: Hz. İbrahim (as) amcasının kızı olan hanımı Hz. Sâre ile birlikte Mısır tarafına seyahat ederken "Erdün" kasabasına gelmişler. Şehrin kralı ile aralarında ilginç bir hadise geçmiştir. Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.s)'den rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (asv) şöyle anlatmıştır:
"İbrahim (a.s) hanımı Sâre ile birlikte bir şehre gelmişlerdi. O şehirde bir kral veya zâlim bir idareci vardı. Bu zâlime:
- "İbrahim, yanında çok güzel bir kadınla şehre girdi." diye haber gönderdiler. Kral:
- "Ey İbrahim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrahim (a.s):
- "(din) Kardeşimdir." dedi. Sonra Sâre'ye gelip:
- "Sakın beni yalancı çıkarma, ben bunlara seni kız kardeşimdir dedim. Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde benden, senden başka iman eden hiç kimse yoktur." buyurdu. Sâre kralın yanına gelince kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs etti. Hz. Sâre kalktı abdest aldı, namaza durdu. Sonra şöyle dua etti:
- "Yâ Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse, ben kadınlığımı zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar böyleydim) benim üzerime şu kâfiri musallat etme." Kralın nefesi boğuldu; ayağıyla yere vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sâre:
- "Allah'ım şayet bu adam ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir." diye dua etti. Bunun üzerine adam rahatladı. Bu hadise üç defa tekrarlandı. Bunun üzerine melik etrafındakilere:
-"Siz bana şeytan göndermişsiniz Bu kadını İbrahim (a.s)'e gönderiniz. Hâcer'i de Sâre'ye veriniz." dedi. Bunun üzerine Sâre Hz. İbrahim (as)'in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve:
- "Anladın mı! Allah kâfiri zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi." dedi. (Buhârî, Buyû, 100; Hibe, 36).
İbrahim (a.s), o ülkeden ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi. Sonunda Şam'da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. İbrahim (a.s)'e inanların oluşturduğu kitleye "İbrahim milleti" adı verildi.
İbrahim (a.s) Babil'den ayrılacağı zaman, babası için Allahu Teâlâ'dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve babasının affı için Allah'a şöyle yalvarmıştı:
"Babamı da bağışla! Çünkü o sapıklardandır."(Şuârâ, 26/86).
Babası da olsa kâfirler için dua edilmeyeceğini bilen İbrahim (a.s) bunu, memleketinden ayrılırken verdiği sözden dolayı yapmıştı. İbrahim (a.s)'ın duası kabul edilmedi ve ayeti kerimede bu durum şöyle ortaya kondu:
"Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar puta tapanlar için mağfiret dilemek peygamberlere ve mü'minlere yaraşmaz." (Tevbe, 9/113).
İbrahim (a.s)'in bundan sonraki yaşantısı Lut (a.s), İsmail (a.s) ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
"Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi." (Enbiyâ, 21/73).
Allah Teâla, İbrahim (a.s)'a on sayfalık bir kitap da vermiştir. Uzunca bir süre yaşadıktan sonra, ömrünün sonlarına doğru Mısır'a gitti. İbrahim (a.s) vefat ettiğinde -kuvvetli rivayetlere göre- Kudüs yakınlarında Halilü'r-rahman denilen yerde defnedildi.
Hanîflik: İbrahim (a.s)'in dinin temeli tevhide (Allah'ın birliğine) dayanıyordu. Ancak zamanla bu inanç unutulmuş ve putperestlik Araplar arasında tamamen yayılmıştı. Buna rağmen birkaç kişide tevhit akîdesinin izleri görülüyordu. Bunlara "Hanif" denirdi.
Hanîf, batıldan uzak, Hakk'a yönelen ve tevhit inancı üzere bir Allah'ı tasdik eden kişi demektir. Kur'an-ı Kerim de "hanîf" kelimesi birkaç yerde geçer. "Hanif" kelimesi daha çok, Hz. İbrahim (as) için Allah'a saf ve temiz bir şekilde ibadet eden bir kul anlamında kullanılmıştır.
Haniflikle ilgili ayetlerde şu ifadeler bulunur:
"Ve hanif olarak yüzünü dine doğrult ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma!" (Yunus 10/105)
"Sonra da biz, Hanîf olan, müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana vahyettik." (Nahl, 16/123).
İslâm'dan önce Arap toplumunda; Varaka b. Nevfel, Abdullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd b. Amr, Kuss b. Sâide gibi kişiler hanifler arasında bulunuyordu. Bunlar; cansız, dilsiz, hiçbir şeye güçleri yetmeyen putların önünde eğilmeyi, onlara yalvarmayı çirkin sayan kişilerdi. (bk. Mefail HlZLl, Şamil İslam Ansiklopedisi, İbrahim md.)
İbrahim aleyhisselamın nesebi Nuh aleyhisselamın oğlu Sam'a dayanır. Hz.Nuh'un vefatı ile Hz.İbrahim arasında iki peygamber (Hz.Hud ve Hz.Sâlih) vardır.Bu fasıla (rivayete göre, M.K.) 1143 senedir. Hz.Hud ile Hz.İbrahim arasında da 630 yıllık bir fasıla olduğu bildirilmiştir. Doğum yeri Bâbil(Irak) kentidir.
İbrahim isminin anlamı:
Kelimenin türetilmesi ile ilgili değişik görüşler bulunmaktadır. Ab = "Baba;" Hir veya H'r = "Baş; Üst; Yüceltilmiş;" Am = "Halk." Dolayısıyla, Abhiram veya Abh'ram "Yüceltilmişlerin Babası" veya “halkın babası” anlamlarına gelmektedir. İbranice'de Rakham = "İlahi merhamet", Ab raham; merhametin veya "merhametlilerin babası" anlamlarına gelir. Diğer bir görüşe göre Sami dillerinde baba anlamına gelen "Ab" ve yüce anlamına gelen "Raam/Raham" kelimelerinin birleşiminden “yüce baba” veya yüceltilmişlerin babası anlamı çıkmaktadır.
Yahudi ırkının Hindistan ile bağlantılı olduğunu savunan bazı araştırmalara göre; "Abraham" Brahma kelimesinin yanlış telaffuzundan başka bir şey değildir, dolayısıyla Brahma ve Abraham aynı kişilerdir. Keşmir dilinde "Ab" veya "Ap" baba, "Raham" ilahi merhamet anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Ab-Raham = İlahi merhametin babası anlamına gelir. Diğer bir teori; Çok tanrıcı "Brahm-Aryan" kültüne sırt çeviren bir rahibin "A-Brahm" (Gayri-Brahman) olarak nitelendirilmesiyle ismin türetildiğidir.
Arapça Abrahim diye okunur ve söylenir. Eskiden Anadolu Türkçesinde Abram veya İbram diye söylenirdi.
İbrahim aleyhisselamın babası:
Allahü Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de : «İbrahim, babası Âzer'e...» buyurmaktadır. Bu âyetten anlaşılacağı gibi Hz. İbrahim'in babası Âzer isminde idi. Ama, bazılarına göre İbrahim aleyhisselamın babası -Kur'anda bildirilen- putperest Âzer değil, mü'min olan Târuh idi. Bu görüsü destekleyenler arasında meşhurları Abdülhakim Arvâsi, Kadi Beydâvi ve Senâullah Dehlevi vardır, ama Şii'ler de bunu söylemektedirler . Bir rivâyete göre Âzer Hz. İbrahim'in - amcası olup - Târuh'un ölmesiyle Emile ile evlenip, Hz. İbrahim'in üvey babası oldu. Tefsir yönünden bunu böyle açıklamaktadırlar : En'am suresinin manası : «İbrahim, Âzer olan babasına dediği zaman» anlamındadır. Böyle olmasaydı Kur'an-ı Kerim'de «Babası Âzer'e dediği zaman» demeyip, "Âzer'e dediği zaman" veya "Babasına dediği zaman" demek yetişirdi . Âzer, kendi babası olsaydı "Babası" kelimesi fazla olurdu demektedirler. Bir kanıt olarak Şua'ra suresinin 219. ayetini göstermektedirler. Bu surede Allah « Secde edenler arasında dolaşmanı da görüyor » denilmektedir.
Buna göre Peygamberimizin sülâlesinde hiçbir putperest yoktur. Bu görüşü reddedenler ise, ki bunlar arasında Taberi, Ebu Hayyan ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır vardır, açık olan âyete (En'am, 74) bir mâna verilmek istenmiştir demektedirler. Mealine göre manalar değistiği için anlamlar da değişir teorisini ileri sürmektedirler. Konuya objektif bir yönle bakmak gerekirse, Âzer'in İbrahim aleyhisselam ın babası olmaması biraz daha mantıklıdır. Sunu da belirtmek lâzım ki, bir üçüncü fikir vardır. O da, İbrahim aleyhisselamın babasının asıl isminin Tarih veya Taruh olup sonradan - bir putun ismi olan - Âzer ismine değiştirmesi. Bu da Nemrud'un onu puthanesi'nin nâzırı olarak tayin etmesinden sonra gerçekleşmiştir . Ama kaynaklar bu düşünce hakkında bilgi vermiyorlar, onun için fazla dikkat etmemek gerekir. Biz burda ilmi gerçekleri tartışmayacağımız için bunu burda noktalamak gerekir. Bu ihtilaf'ın çözümünü ancak Rahman, Rahim, Evvel, Âhir, Kebir, Aziz, Saafii, Mâlik, Gafur, Nur, Adl, Hak, Hakem, Rauf, Şehid, Veli, Kerim, Bari, Cebbar olan ALLAH bilir. Âzer ayrıca put yapardı ve Nemrud'un yakınında bulunurdu. Onun bir dediğini, iki etmezdi.
Hz.İbrahim'in doğumuna kadar vukuu bulan olaylar:
Nemrud ve ona tâbi olanlar azgınlık ve Allah'a isyan içinde yasamakta idiler. Bir gün Nemrud bir rüya gördü. Bir rivayete göre, rüyasında gökyüzünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızların bu nurun ışığında kaybolduğunu gördü. Diğer bir rivayete göre ise, rüyasında bir kimsenin gelip tahtından kaldırıp kendini yere vurduğunu gördü. Müneccimlere gördüğü rüyayı anlatıp tâbir ettirdi. Bunlar "Yeni bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatını temelinden yıkacak ! Ona göre tedbir almalısın" diye tâbir ettiler. Nemrud bu isin tedbiri kolaydır deyip, " Bundan sonra kimse çocuk sâhibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak. Doğan çocuklar, erkekse öldürülecek, kızsa bırakılacak" emrini verdi. Bu suretle 100.000 mâsum bebeği öldürüldüğü nakledilmiştir .
Doğumundan sonra:
Bu sırada Hz. İbrahim'in annesi hâmile idi. Âzer'in durumunu bildiği için, onu doğuma yaklaşınca kendisinden uzaklaştırdı ve gizlice bir mağaraya gitti ve orda Hz. İbrahim'i dünyaya getirdi. Doğduktan sonra annesi onu emzirdi ve mağarayı kapatıp geri şehre döndü. Âzer'e ," Çocuk çok zayıf doğdu ve hemen öldü" dedi. Bundan sonra mağaraya - gizlice -gelip İbrahim aleyhisselamı emzirip geri eve dönerdi. Rivâyetlere göre, Hz. İbrahim mağarada 7, 13, 16 veya 17 yaşına kadar kaldı.
İbrahim aleyhisselamın tefekkür ile tevhid'i bulması:
İbrahim aleyhisselam hakkında Allahü Teâlâ « Halil'im » demiştir. Bu da onun Allah'ı arayıp bulmasındandır. Bunun için Kur'an-ı Kerim'de şunlar buyrulmuştur : «Böylece biz, kesin iman edenler olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay'ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum,dedi. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki : Ey kavmim ! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım » . Bu olay resmi olarak bakılırsa Hz. İbrahim'in peygamberlik başlangıcıdır. Bundan sonra Hz. İbrahim Bâbil kavmine Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye başladı ve birçok delil gösterdi.
Hz. İbrahim (a.s.) Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın "Halil" dost diye nitelediği ulu'l-azm mertebesinde olan peygamber.
Nuh (a.s)'un çocukları ve torunları, önce Irak'a yerleşmiş ve Fırat nehrinin yakın bir yerinde Babil şehrini kurmuşlardı. Daha sonra, burada yerleşmiş olanlardan bir grup ayrılıp Dicle kıyısında -bugün Musul şehrinin civarında- Ninova şehrini inşâ etmişlerdi. Babil'deki halkın yerlileri olan Nabt kavmi, Süryânî dilini konuşmakta olup Babil şehrini de başkent yapmışlardı. Ninova'da ortaya çıkan Asur devletinde ise başkent Ninova olup, Babil'i hâkimiyetleri altına almıştı. Bir süre sonra Babil'de, Keldânîler, Asurluların hâkimiyetleri altında bulunan Nabtların ilim ve kültürüne sahip çıkmıştı.
Babilliler, tek Allah'a inanmayıp putlara ve yıldızlara taparlardı. Putları ve yıldızları, ruhların sembolü olarak kabul ederlerdi. Onların bu inancına "Sâbiîlik" denir. Sâbiîlik; ruhlara ve meleklere ibadet esasından başlar ve giderek yıldızlara, aya, güneşe ve sonunda bunlar adına yapılmış putlara tapmağa varırdı. Babil'de putların hem yapılıp hem de tapıldığı puthaneler vardı. Bundan dolayı devlet yönetiminde bir puthane bakanı bile bulunurdu.
İşte Allah, böyle inançtan yoksun ve medeniyetten uzak bir toplum olan Babil halkına İbrahim (a.s)'ı göndermişti. "İbrahim" kelimesinin manası "cemaat babası" demektir. Nitekim kendisinden sonra gelen peygamberlein babası Hz. İbrahim (as)'dır.
Cemaatının "Allah'ın dostu" anlamına gelen "Halîlullah" ünvanına sahip İbrahim (a.s), "Ulü'l-azm" denilen büyük peygamberlerden biridir. "Ulü'l-azm" makamına/gayesine erişen diğer peygamberler ise Nuh (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve Muhammed (a.s.v)'dir. Hz. İbrahim (as)'in "halilullah" lakabını alması Allah'a olan sevgi ve bağlılığındandır. Bir rivayete göre Hz. İbrahim (as) insanlara karşı çok cömert olduğu ve onlardan hiçbir şey istemediği için "halilullah" diye nitelendirilmiştir.
İbrahim (a.s)'ın nesebi hakkındaki rivâyetler muhteliftir. Ancak rivayetlerin hepsi Sâm b. Nûh'a vardığında ittifak etmiştir. Babasının ismi Tarih, lakabı Âzerî'dir.
Müslüman tarihçilerin kaydettiğine göre kâhin ve müneccimlerin o sene bölgede doğacak İbrahim adlı bir çocuğun halkın dinini değiştireceğini, Nemrûd'un saltanatına son vereceğini söylemeleri, diğer bir rivayete göre ise kendisinin bu mahiyette bir rüya görmesi üzerine Nemrûd hamile kadınları bir yere toplamış ve doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini, ayrıca erkeklerin eşlerinden uzaklaştırılmasını emretmiştir.
Bunun üzerine Âzer, İbrahim'e hamile kalan karısını Küfe ile Basra arasındaki Ur şehrine veya Verkâ denilen yere götürüp bir mağaraya saklamış, İbrahim bu mağarada doğmuştur. (Sa'lebî, s. 72-74; Taberî, I, 234-235)
İbrahim, Kur'ân-ı Kerîm'de ayrıntılı biçimde anlatılan (Şûrâ, 42/13) Allah'ın sonsuz varlığına ve birliğine dair istidlallerini yürütmüştür.
Bir akşam vakti İbrahim, babasına gördüğü şeylerin ne olduğunu ve bunların bir yaratıcısının bulunup bulunmadığını sormuş, onların bir rabbi olması gerektiğini düşünmüş; yıldızları, ayı ve güneşi görünce her biri için, "Rabbim budur" demiş: fakat gördükleri kısa süre sonra sönüp gidince: "Ben böyle sönüp batanları sevmem" diyerek bunların hiçbirinin ilâh olamayacağını ifade etmiş; "Hiç şüphesiz ben, bir tevhid ehli olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim, ben müşriklerden değilim" diyerek bir olan Allah'a dönmüştür. Rabbi İbrahim'e: "Müslüman ol!" dediğinde, "Âlemlerin rabbine teslim oldum (Baka-ra 2/131) diyerek bu davete icabet etmiştir.
Bununla birlikte, "Andolsun İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik; biz onu iyi tanırdık (Enbiya 21/51) mealindeki âyetin de işaret ettiği gibi İbrahim peygamberlik öncesinde de doğru yolda idi. İbraim aleyhisselamın, Yıldız, Ay ve Güneş için "Rabbim" demesi, kendisi onlara inandığı için değil, diğerlerinin anlayışına uygun olarak konuşmak ve akıllarını başlarına getirmelerini sağlamak içindir. "Farz-ı muhal Rabbim olsaydı, batmazdı, öyleyse ben batanları sevmem" anlamına gelmek üzere tarizde bulunarak onlara ders vermek adına böyle demiştir.
Hz. Nuh'a verilenler Hz. İbrahim'e de tavsiye edilmiş ona sahîfeler verilmiştir. (Necm 53/36-37; el-A'lâ 87/ 19) Müslüman tarihçiler Hz. İbrahim'e on sahîfe indirildiğini, bunların mesellerden ibaret olduğunu bildirirler. (Taberî, 1, 313; bk. Diyanet İslam İlmihali, İbrahim md.)
Hz. İbrahim (as)'in ismi Kur'an-ı Kerim'de yirmi beş sûrede altmış dokuz defa geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim (as) değişik isim ve sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. Kur'an'da da geçen sıfatlarının bazıları şunlardır: Evvâh (çok ah eden), Halim, Munib (Allah'a sığınan), Hanîf, Kânit (Allah'a kulluk eden), Şâkir.
Hz.Peygamber (s.a.s)'de Hz.İbrahim (a.s)'ın faziletini anlatırken şöyle der:
"Kıyâmet günü ilk elbise giydirilen kişi, İbrahim (as)'dir." (Buhâri, Enbiyâ, 8).
"Bir gece bana rüyamda her zaman gelen iki melek (Cibril ile Mikâil) geldi. Bunlarla beraber gittik, nihayet uzun boylu birinin yanına vardık, (Semaya doğru yücelen) boyunun uzunluğundan başını neredeyse göremeyecektim. O İbrahim (a.s) idi." (Buhârî, Enbiyâ, 8).
İbrahim (a.s) Babil halkına uzun süre hak dini, dünyayı, âhireti, hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlatmış; en yakını olan babasına ise bu meseleyi inceden inceye izah etmişti. Ancak başta babası Âzer olmak üzere halk, İbrahim (a.s)'a inanmayıp inkâr etmişti. İbrahim (a.s), babasının bu hareketine kızmamış, ona darılmamıştı. Hatta onun için Allah'tan rahmet dileyerek babasına karşı şöyle dedi:
"Sana selâm olsun! Senin için Rabb'ımdan mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkârdır." (Meryem, 19/47).
Bundan sonra İbrahim (a.s), baba ocağını terkederek oradan ayrıldı.
Milletine, putların hiçbir fayda sağlayamayacağını pek çok kere söyleyen ve ancak Yüce Allah'ı üstün niteliklere sahip olduğunu bildiren İbrahim (a.s), milletinin kendisine inanmadığını görünce hemen Nemrud'a gitti. Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçmeyen ve o sıralar milletinin başında bulunan Nemrud, sahip olduğu servet ve saltanatıyla kendini ilâh sanmaktaydı.
İbrahim (a.s), Nemrud'a Allah inancından bahsetti. Fakat o reddetti ve İbrahim (a.s) ile Rabbi hakkında münakaşaya girişti. İbrahim (a.s) Allah Teâlâ'nın hem dirilttiğini hem de öldürdüğünü söyleyince Nemrud, kendisinin de bunu yapmağa gücü yettiğini ifade eder. Nemrud, bunu ispat için, iki adamı getirtmiş, birini öldürmüş, diğerini bırakmış; böylece öldürmeğe ve diriltmeğe kâdir olduğunu göstermişti. Bu defa İbrahim (a.s.): "Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene." (Bakara, 2/258) deyince Nemrud şaşırıp kalmıştı.
Bir ara, Allah inancını kabule yanaşmayan halk, bir bayram günü âdetleri üzere puthaneye yemek getirmiş, putlarının önüne koymuş, daha sonra da eğlenme yerlerine gitmişti. İbrahim (a.s)'ı de götürmek istemişler, ancak o, rahatsız olduğu gerekçesiyle gitmemişti. Onlar eğlence yerlerine gidince, puthaneye girip putların hepsini paramparça etmiş, içlerinden sadece en büyüğünü, ona baş vursunlar diye sağlam bırakmıştı.
Bayram eğlenceleri biten halk, yine âdetleri üzere yemeklerini almak için puthaneye gelmiş, ancak puthaneyi harabeye dönmüş bir durumda görünce, putları bu hale getirenin İbrahim (a.s.) olabileceğini düşünmüşler, İbrahim (a.s)'i çağırıp şu şekilde sorguya çekmişlerdir:
- "Ey İbrahim! Tanrılarımıza bu hareketi sen mi yaptın?" Hz. İbrahim (as) bu soruya
- "Belki onu, şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorsa, onlara sorun!" şeklinde cevap verdi. (Enbiyâ, 21/62-63). Halk, putların cansız ve konuşamaz olduklarını itiraf edince İbrahim (a.s) tevhid inancını haykırırcasına şöyle dedi:
- "O halde Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (Enbiyâ, 21/66-67).
İbrahim (a.s)'ın bu savunması, sapıklar tarafından onun suçlu duruma düşmesine yetmişti. Sapıkların lideri Nemrud, İbrahim (a.s)'ın öldürülerek veya yakılarak cezalandırılmasını teklif etmiş ve nihayet ateşte yakılmasına karar verilmişti. Hazırlanan ateşin alevi, en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde İbrahim (a.s)'ı mancınıkla fırlatıp ateşe attılar. Ancak ateşin ve her şeyin sahibi olan Allah, ateşe şöyle emir verdi:
"Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol!" (Enbiyâ, 21/69).
Böylece İbrahim (a.s) ateşten kurtulmuş oldu. O sırada İbrahim (a.s)'a inanan tek bir kişi vardı; o da Lut (a.s) idi.
Hz. Peygamber (asv) şöyle buyurmuştur:
"İbrahim aleyhisselâm yalnız üç defa (te'vil ile başka bir manaya çevirerek) yalan söylemiştir. Bunların ikisi Aziz ve Celil olan Allah'ın zâtı ve rızası için: Birisi (putperestlere) "Ben hastayım." demesi öbürüsü de "Belki putların şu büyüğü bu işi işlemiştir." demesi. Resulullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrahim günün birinde zevcesi Sâre ile birlikte azılı bir zalime uğramıştı." (Buhârî, Enbiya, 8).
Hadisenin devamı şöyle anlatılmıştır: Hz. İbrahim (as) amcasının kızı olan hanımı Hz. Sâre ile birlikte Mısır tarafına seyahat ederken "Erdün" kasabasına gelmişler. Şehrin kralı ile aralarında ilginç bir hadise geçmiştir. Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.s)'den rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (asv) şöyle anlatmıştır:
"İbrahim (a.s) hanımı Sâre ile birlikte bir şehre gelmişlerdi. O şehirde bir kral veya zâlim bir idareci vardı. Bu zâlime:
- "İbrahim, yanında çok güzel bir kadınla şehre girdi." diye haber gönderdiler. Kral:
- "Ey İbrahim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrahim (a.s):
- "(din) Kardeşimdir." dedi. Sonra Sâre'ye gelip:
- "Sakın beni yalancı çıkarma, ben bunlara seni kız kardeşimdir dedim. Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde benden, senden başka iman eden hiç kimse yoktur." buyurdu. Sâre kralın yanına gelince kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs etti. Hz. Sâre kalktı abdest aldı, namaza durdu. Sonra şöyle dua etti:
- "Yâ Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse, ben kadınlığımı zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar böyleydim) benim üzerime şu kâfiri musallat etme." Kralın nefesi boğuldu; ayağıyla yere vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sâre:
- "Allah'ım şayet bu adam ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir." diye dua etti. Bunun üzerine adam rahatladı. Bu hadise üç defa tekrarlandı. Bunun üzerine melik etrafındakilere:
-"Siz bana şeytan göndermişsiniz Bu kadını İbrahim (a.s)'e gönderiniz. Hâcer'i de Sâre'ye veriniz." dedi. Bunun üzerine Sâre Hz. İbrahim (as)'in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve:
- "Anladın mı! Allah kâfiri zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi." dedi. (Buhârî, Buyû, 100; Hibe, 36).
İbrahim (a.s), o ülkeden ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi. Sonunda Şam'da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. İbrahim (a.s)'e inanların oluşturduğu kitleye "İbrahim milleti" adı verildi.
İbrahim (a.s) Babil'den ayrılacağı zaman, babası için Allahu Teâlâ'dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve babasının affı için Allah'a şöyle yalvarmıştı:
"Babamı da bağışla! Çünkü o sapıklardandır."(Şuârâ, 26/86).
Babası da olsa kâfirler için dua edilmeyeceğini bilen İbrahim (a.s) bunu, memleketinden ayrılırken verdiği sözden dolayı yapmıştı. İbrahim (a.s)'ın duası kabul edilmedi ve ayeti kerimede bu durum şöyle ortaya kondu:
"Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar puta tapanlar için mağfiret dilemek peygamberlere ve mü'minlere yaraşmaz." (Tevbe, 9/113).
İbrahim (a.s)'in bundan sonraki yaşantısı Lut (a.s), İsmail (a.s) ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
"Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi." (Enbiyâ, 21/73).
Allah Teâla, İbrahim (a.s)'a on sayfalık bir kitap da vermiştir. Uzunca bir süre yaşadıktan sonra, ömrünün sonlarına doğru Mısır'a gitti. İbrahim (a.s) vefat ettiğinde -kuvvetli rivayetlere göre- Kudüs yakınlarında Halilü'r-rahman denilen yerde defnedildi.
Hanîflik: İbrahim (a.s)'in dinin temeli tevhide (Allah'ın birliğine) dayanıyordu. Ancak zamanla bu inanç unutulmuş ve putperestlik Araplar arasında tamamen yayılmıştı. Buna rağmen birkaç kişide tevhit akîdesinin izleri görülüyordu. Bunlara "Hanif" denirdi.
Hanîf, batıldan uzak, Hakk'a yönelen ve tevhit inancı üzere bir Allah'ı tasdik eden kişi demektir. Kur'an-ı Kerim de "hanîf" kelimesi birkaç yerde geçer. "Hanif" kelimesi daha çok, Hz. İbrahim (as) için Allah'a saf ve temiz bir şekilde ibadet eden bir kul anlamında kullanılmıştır.
Haniflikle ilgili ayetlerde şu ifadeler bulunur:
"Ve hanif olarak yüzünü dine doğrult ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma!" (Yunus 10/105)
"Sonra da biz, Hanîf olan, müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana vahyettik." (Nahl, 16/123).
İslâm'dan önce Arap toplumunda; Varaka b. Nevfel, Abdullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd b. Amr, Kuss b. Sâide gibi kişiler hanifler arasında bulunuyordu. Bunlar; cansız, dilsiz, hiçbir şeye güçleri yetmeyen putların önünde eğilmeyi, onlara yalvarmayı çirkin sayan kişilerdi. (bk. Mefail HlZLl, Şamil İslam Ansiklopedisi, İbrahim md.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder