Hz.Hud Yemen'de bulunan Ad kavmine gönderilen peygamberdir: «Ad kavmine de kardeşleri Hud'u (gönderdik). (...) » . Nuh aleyhisselamin oğlu Sam'ın neslindendir. Bir ismi de Abir olup, lâkabı Nebiyyullahtır. Hz.Hud'un ismi (veya nesebi) hakkında 2 rivayet vardır:
Hud bin Abdullah bin Riyah (veya Ribah) bin Él-Halud bin Ad bin Avs bin Irem bin Sam bin Nuh
Hud ibni Salih ibni Erfahd ibni Sam ibni Nuh ibni Ebi Ad'dir.
Hz. Hud (a.s.) Ahkaf diyarında doğup büyüdü. Hz. Hud (a.s.) geçimini ticaretle sağladı.
Hz. Hud, Ad kavmi içinde soyu şerefli bir kişiydi. Orta boylu, esmer tenli, gür saçlı, güzel yüzlü idi. Hz. Adem’e (a.s.) benzerdi. Zahid, müttakî ve ibadete düşkün idi. Cömert ve şefkatli idi; yoksullara bol bol sadaka verirdi.
Ad kavimi verimli toprakları, güzel bağ-bahçeleri ve gösterişli evleri olan, yüksek binalar inşa etme yarışına girmiş insanlardan oluşan “İrem Bağları" ile ünlü bir kavimdir.
Ad Kavmi, Nuh Tufanı’ndan sonra putperestliğe dönen ilk kavim oldu. Hz. Hud (a.s.) da sapkınlık içindeki Ad Kavmi’ne peygamber olarak gönderildi.
Allah’ın izni ile rüzgarları istediği tarafa yönlendirebilmesi, yünü ibrişim haline (parlak) getirmesi ve duası ile şiddetli yağmurlarda insanların korunabilmesi için barınakların oluşması mucizelerinden bazılarıdır.
Hz. Hud (a.s.) Ad Kavmi’ne Allah’ın birliğine iman etmeleri ve dinine uymaları için ilahi ikazları tebliğ etti fakat onlar doğru yola gelmediler.
Ellerindeki nimetlerin çokluğuna aldanarak kibre kapılan ve böbürlenen bu kavim önce kuraklık ardında da büyük bir kum fırtınası ile helak oldu.
Ad Kavmi helak olunca Hz. Hud (a.s.) kendisine inananlar ile beraber Mekke’ye gitti ve vefat edinceye burada yaşadı.
150 sene yaşadı. Mekke’de, Kabe ile zemzem arasında Hicr’e defnedildiği rivayet edilir. Kabrinin başka yerde olduğuna dair rivayetler de vardır.
Kur’an-ı Kerim’de adı 10 defa geçer. Kur’an’da 11. surenin adı Hud Suresi’dir. Ayrıca Kur’an’ın 46. suresi olan Ahkaf Suresi Ad kavmi’nin yaşadığı yerin adıdır.
Nuh Tufanı’ndan sonra kavmi ilk helak edilen peygamber Hz. Hud’un (a.s.) ayrıntılı hayatı…
HZ.HUD’UN (A.S.) HAYATI – Hz. Hud (a.s.) Kimdir?
Hz. Hûd -aleyhisselâm-, Sâm’ın torunlarındandır. Âd kavmine peygamber olarak gönderilmiştir.
HUD NE DEMEK?
Hûd; “hevâdet” kökünden olup yumuşaklık, sâkinlik, sulh ve sükûnete vesîle olması ümid edilen mânâsına gelir. Hûd -aleyhisselâm-’ın diğer ismi Âbir, lakabı ise Nebiyyullâh’tır.
HZ.HUD (A.S.) NEREDE DOĞDU?
Hazret-i Hûd -aleyhisselâm-, Ahkâf diyârında doğup yetişti.
HZ. HUD’UN (A.S.) ÖZELLİKLERİ -
Âd kavmi içinde soyu şerefli bir kişiydi. Peygamberlikten önce ticâretle uğraşırdı. Orta boylu, esmer tenli, gür saçlı, güzel yüzlü idi. Âdem -aleyhisselâm-’a benzerdi.[1] Zâhid, müttakî ve ibâdete düşkün idi. Cömert ve şefkatli idi; yoksullara bol bol sadaka verirdi.
AD KAVMİ
Kur’ân-ı Kerîm’de A’râf, Hûd, Mü’minûn, Şuarâ, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka ve Fecr sûrelerinde, Âd kavminden bahsedilmektedir.
Ad Kavmi Nedir?
Âd kavmi, yirmi üç kabîleden meydana gelen bir Arap kavmidir. Kavme ismi verilmiş bulunan Âd, Hazret-i Nûh’un torunlarındandır. Zamanları, tahmînen Hazret-i Nûh’tan sekizyüz sene sonradır.
Ad Kavmi Nerede Yaşadı?
Helâk oluşları bütün insanlığa ibret olan Âd kavminin yaşadığı Ahkâf diyârı, Yemen, Aden ve Ummân arasındadır. Âd kavmi Arabu’l-âribe denilen, Arabistan yarımadasına ilk yerleşen kavimlerdendir. Verimli toprakları olan bu kavim; otu, suyu, ve çeşitli nîmetleri bol, bağlık-bahçelik bir yerdi. Yerin üzerinde gürül gürül akan ırmakları, bağları, bahçeleri, sürü sürü davarları; yer altında da, muhtelif su depoları ve köşkleri vardı.[2]
Ad Kavminin Şehri
Hattâ Ahkâf mıntıkası, “İrem” adıyla tanınmıştır. Meşhûr “İrem Bağları” tâbiri oradan gelmektedir.
Ad Kavminin İnsanları ve Evleri
AD KAVMİ
Kur’ân-ı Kerîm’de A’râf, Hûd, Mü’minûn, Şuarâ, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka ve Fecr sûrelerinde, Âd kavminden bahsedilmektedir.
Ad Kavmi Nedir?
Âd kavmi, yirmi üç kabîleden meydana gelen bir Arap kavmidir. Kavme ismi verilmiş bulunan Âd, Hazret-i Nûh’un torunlarındandır. Zamanları, tahmînen Hazret-i Nûh’tan sekizyüz sene sonradır.
Ad Kavmi Nerede Yaşadı?
Helâk oluşları bütün insanlığa ibret olan Âd kavminin yaşadığı Ahkâf diyârı, Yemen, Aden ve Ummân arasındadır. Âd kavmi Arabu’l-âribe denilen, Arabistan yarımadasına ilk yerleşen kavimlerdendir. Verimli toprakları olan bu kavim; otu, suyu, ve çeşitli nîmetleri bol, bağlık-bahçelik bir yerdi. Yerin üzerinde gürül gürül akan ırmakları, bağları, bahçeleri, sürü sürü davarları; yer altında da, muhtelif su depoları ve köşkleri vardı.[2]
Ad Kavminin Şehri
Hattâ Ahkâf mıntıkası, “İrem” adıyla tanınmıştır. Meşhûr “İrem Bağları” tâbiri oradan gelmektedir.
Ad Kavminin İnsanları ve Evleri
Bu kavmin insanları güçlü-kuvvetli, cüsseli, uzun boylu ve uzun ömürlü idi. Âd kavmi, kayaları yontarak evler yapar, gösterişli binâlar inşâ ederlerdi. Bunların içinde bağlar-bahçeler ve güzel havuzlar bulunurdu. Her yer göz kamaştırıcı güzelliklerle doluydu.
AD KAVMİ NEDEN HELAK OLDU?
Âd kavmi, Nûh Tûfânı’ndan sonra putperestliğe dönen ilk kavimdir. Bu kavim, zamanla dünyâ nîmetlerine gark olmaları sebebiyle Allâh’tan gâfil kaldılar, fitne ve fesâd ile dinlerinden uzaklaştılar. Nûh Tûfânı’nın dehşet ve hikmetini düşünmeyip iyice dünyâya daldılar. Gelen nîmetlerin çokluğuna bakarak aldandılar. Kibre kapıldılar, böbürlendiler. Allâh Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurur:
“Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: «Bizden daha kuvvetli kim var?» dediler. Onlar, kendilerini yaratan Allâh’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar, bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.” (Fussilet, 15)
Nuh Tufanı’ndan Sonra İlk Helak Edilen Kavim
Onlar, ilâhî istikâmetten o kadar ayrıldılar ki, Samed, Samûd, Sadâ ve Hebâ adlı putlar edindiler ve onlara tapmağa başladılar. Zâlim ve gaddar oldular. Güçsüzleri, kimsesizleri eziyorlardı. Zavallı kimseleri, yüksek binâların üstüne çıkartır, oradan aşağıya atarlardı. Sonra onun parçalanmış manzarasını seyrederler ve bundan zevk alırlardı. Yâni kalbleri, bu kadar katılaşmıştı. Zulüm, akıl almaz derecede artmıştı. Zayıf kabîlelere baskınlar yapıp mallarını yağmalarlardı. Lüks ve gösterişte de çok aşırı gitmişlerdi. Nûh Tûfânı’ndan sonra ilk helâk edilen kavim, Hûd -aleyhisselâm-’ın bu Âd kavmi oldu.
Ancak Hazret-i Hûd -aleyhisselâm-’ın, bu kavimle yalnız soy itibâriyle alâkası vardı. Yaşayış tarzı olarak ise, onlarla hiçbir alâkası yoktu. O, temiz ve soylu bir âilenin oğlu idi.
HZ.HUD’UN (A.S.) TEBLİĞİ
Âd kavminin azgınlık ve isyanda çok aşırı gitmeleri ve taşkınlıklarını gün geçtikçe artırmaları üzerine Cenâb-ı Hak, Hazret-i Hûd -aleyhisselâm-’a şöyle vahyetti:
“Ey Hûd! Kavmin arasından seni seçtim. Onlara git; kendilerinden korkma! Ben onlara senin için mûcizeler göstereceğim...”
Hûd -aleyhisselâm-, vahiyden sonra kavminin toplandığı yere gitti. Melikleri Halcân, altından bir taht üzerine oturmuş idi. Hazret-i Hûd, gür sesi ile söze başladı:
“–Ey kavmim! İbâdet edilecek yalnız Allâh’tır. O’na şirk koşmayın! Düşünün ki Nûh kavmi, bu yüzden helâk oldu!”
Kur’an’da Ad Kavmi Kıssası
Âyet-i kerîmede, Hûd -aleyhisselâm-’ın bu tebliği şöyle bildirilmektedir:
“Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin! Sonra da O’na tevbe edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın! Günah işleyerek (Allâh’tan) yüz çevirmeyin!” (Hûd, 52)
Halcân sinirlendi:
“–Ey Hûd! Yazıklar olsun! Biz bu kadar güçlü ve kalabalık kimseler olduğumuz hâlde, sen bize gâlip geleceğini mi zannediyorsun? Bilmez misin ki sen, sadece bir kişisin! Hem bilmez misin ki, bizim her gün bin tane çocuğumuz dünyâya gelir!” dedi.
Velhâsıl Halcân ve Âd kavmi, evlâd ve mala mağrûr olarak Hûd -aleyhisselâm-’ı küçük gördüler ve îmân etmediler. Bu hâdise, âyet-i kerîmelerde şöyle zikredilir:
“Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). O dedi ki: «Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin; sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?»
Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz!» (Hûd:) «Ey kavmim! dedi: Ben beyinsiz değilim; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir elçiyim!»” (el-A’râf, 65-67)
Kavminin Hûd -aleyhisselâm-’a olan îtiraz ve inkârları Hûd Sûresi’nde şöyle bildirilir:
“Dediler ki: «Ey Hûd! Sen bize açık bir mûcize getirmedin; biz, senin sözünle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana îmân edecek de değiliz! Biz, “Tanrılarımızdan biri seni fenâ çarpmış!” demekten başka bir söz söylemeyiz!»” (Hûd, 53-54)
AD KAVMİ’NİN HZ.HUD’A(A.S.) YAPTIĞI İTİRAZLAR
Âd kavminin, Hazret-i Hûd -aleyhisselâm-’a karşı çıkarken ileri sürdükleri îtirazlar, diğer peygamberlere karşı muârızlarının ileri sürdüklerinden farklı değildir. Hattâ günümüz münkirlerinin de îtirazları aynı hususlarda olmaktadır. Bu îtirazlar her zaman olduğu gibi daha çok kavmin ileri gelenleri tarafından yapılmıştır. Bu inat ve îtirazların temel sebebi ise, bu insanların dünyevî menfaatlerinin tehlikeye düşmesidir. Kavminin Hûd -aleyhisselâm-’a yaptığı îtirazları şu maddelerle hülâsa etmek mümkündür:
1. Hazret-i Hûd’u sapıklık ve beyinsizlikle ithâm etmişler ve âyet-i kerîmelerde de bildirildiği üzere:
“…Biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz.” (el-A’râf, 60);
“…Biz seni bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve senin yalancılardan olduğuna inanıyoruz.” (el-A’râf, 66) deme bedbahtlığına düşmüşlerdir.
2. Atalarının dîninin en doğru yol olduğunu düşünüp ona büyük bir taassupla bağlı kalmışlardır. Âyet-i kerîmede onların bu hâli şöyle bildirilmektedir:
“Dediler ki: Sen, tek Allâh’a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi bize geldin!?.” (el-A’râf, 70)
3. Kendilerinin güçlü kuvvetli olduklarını söyleyip Hazret-i Hûd tarafından kendilerine bir zarar verilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Âd kavmi, yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar ve; «Bizden daha kuvvetli kim var?» dediler…” (Fussilet, 15)
4. Âhireti inkâr edip hayatın sâdece dünya hayatından ibâret olduğunu söylemişlerdir. Onların bu gâfilâne ve câhilâne iddiâlarını Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle haber vermektedir:
“Hayat bizim yaşadığımız şu dünya hayatımızdan başka bir şey değildir. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; öldükten sonra da diriltilecek değiliz.” (el-Mü’minûn, 37)
5. Hûd -aleyhisselâm-’ı ve mü’minleri tahkîr ederek alaya almışlardır. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Onun kavminden, kâfir olup âhiret hayatına kavuşmayı yalanlayan ve kendilerine dünyâda refah verdiğimiz eşraf takımı dedi ki; «Bu da sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor. Eğer sizin gibi bir beşere itaat ederseniz o takdirde siz, mutlaka ziyâna uğrayanlardan olursunuz.»” (el-Mü’minûn, 33-34)
HZ.HUD’UN (A.S.) AD KAVMİ’NE UYARILARI
Hûd -aleyhisselâm-, kavminin davranışlarına çok üzülmüştü. Ellerini hüzünle semâya kaldırıp Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etti. Bunun üzerine, kavminin kadınları kısır kaldı; çocuk doğurmaz hâle geldi. Bu hâl on sene devâm etti.
Mecbûren Hûd -aleyhisselâm-’a geldiler. Ancak hâlâ gaflet içindeydiler. Şâhid oldukları mûcizeye rağmen yine:
“–Sen bize bir mûcize göster!” dediler.
Ardından daha da ileri giderek, Ahkâf Sûresi’nin 22. âyetinde bildirildiği gibi azar ve istihzâ ile azâb talebinde bulundular:
“«Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin? Haydi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdîd ettiğin şeyi (azâbı) başımıza getir!» dediler.” (el-Ahkâf, 22)
Bunun üzerine pınarlar kurudu, bağlar-bahçeler sarardı. O güzel “İrem Bağları” yok oldu. İri cüsseli insanlar, bir lokmaya muhtaç duruma geldi.
Hûd -aleyhisselâm-, onları tekrar topladı. Yeniden kendilerine öğüt verdi: «Allâh’tan mağfiret dileyin!» dedi ve ardından küfr-i inâdîleri sebebiyle onları açık bir şekilde îkâz etti:
“...(Hûd) dedi ki: «Ben Allâh’ı şâhid tutuyorum; siz de şâhid olun ki, ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım! O’ndan başka (taptıklarınızın hepsinden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin! Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a tevekkül ettim. Çünkü hiçbir canlı yoktur ki, Allâh, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim, dosdoğru yoldadır.[3]” (Hûd, 54-56)
“Eğer yüz çevirirseniz, tebliğ etmek için gönderildiğim şeyleri size bildirdim. Rabbim (dilerse), başka bir kavmi sizin yerinize getirir de O’na hiçbir zarar veremezsiniz! Çünkü benim Rabbim, her şeyi hakkıyla gözetendir.” (Hûd, 57)
Bu âyet-i kerîmelerde Hûd -aleyhisselâm- müşrik kavmine açıkça meydan okumaktadır:
“Hepiniz toplanınız ve beni yok etmek üzere elinizden ne geliyorsa, neye gücünüz yetiyorsa hepsini yapınız. Göz açıp kapayıncaya kadar bile asla beklemeyiniz. Şüphesiz ben size aldırmam, sizin bana ne yapacağınızı düşünmem ve size hiç bakmam. Çünkü ben sâdece Allâh’a tevekkül etmekteyim, O’na dayanmaktayım. O’na dayanan, asla zarara uğramaz. O’ndan başkasına aldıracak değilim. Ben ancak Allâh’a dayanır ve O’na kulluk ederim.”
Sâdece bu sözler bile Hûd -aleyhisselâm-’ın Allâh’ın kulu ve peygamberi olduğunun, karşısındakilerin ise cehâlet ve sapıklık üzere bulunduğunun apaçık bir delilidir. Bu sözüne karşı düşmanları ona hiçbir zarar verememişler, onu dâvâsından vazgeçirememişlerdir. Bu da onun dâvâsının hak olduğunu göstermektedir.
Âd kavminin hidâyeti için bu tehdîdler de kâfî gelmedi. O kadar sıkıntı ve kıtlık çekmelerine rağmen, yine de istiğfâr edip, Allâh’a ve tevhîd akîdesine dönmediler. Zîrâ aşırı zenginliğin verdiği gaflet, rehâvet ve azgınlık sebebiyle Allâh’a kulluktan çok uzaklaşmışlardı. Bu durumda, eğer peygamberlere tâbî olsalardı, birçok haramları işleyemeyecekler, haksızlık yapamayacaklar, zayıfları ezemeyeceklerdi. Çünkü hak dîn olan tevhîd dîni, birtakım tahdîdler (sınırlandırmalar) getirmekteydi. Ancak, nefsânî yaşayışa alışmış olan bu insanlar, dînî tahdîdlere girmek istemediler. Gâfilâne bir şekilde ve nefsânî bir rahatlık içinde yaşamayı arzu ettiler.
AD KAVMİ NASIL HELAK OLDU?
Bunun üzerine, Allâh Teâlâ onlardan üç yıl yağmuru kesti. Onlar yağmur için Mekke’ye bir heyet gönderdiler. Çok geçmeden gökyüzünde bulutlar peydâ oldu. Âd kavmi, semâyı baştanbaşa kaplamış bulunan bulutları görünce, birden sevindiler:
“Yağmur geldi!” dediler. Hâlbuki bunlar, azâb bulutları idi. Hazret-i Hûd, son kez:
“–Îmâna gelin!” diyerek azâbdan kurtulmaları için kavmini îkâz etti. Fakat onlar, yine büyük bir gaflet içinde:
“–Yok! Bunlar, yağmurdan evvel gelen bulutlardır!” dediler.
Böylece son ilâhî îkâza da kör ve sağır davrandılar. Nihâyet vazîfeli melekler, gökte peydâh olan bulutlar ile bütün kavmi kuşattı. Çarşamba sabahı rüzgâr şiddetlendi. Gücü, ağaçları kökünden sökecek kuvvette idi. Gitgide fırtınanın şiddetli sesi ve soğuğu arttı. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Biz de onlara dünyâ hayâtında rezillik azâbını tattırmak için o uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgar gönderdik. Âhiret azâbı ise, daha da perişân edicidir. Onlara aslâ yardım edilmeyecektir.” (Fussilet, 16)
“Biz onların üstüne uğursuz mu uğursuz bir günde uğultulu bir kasırga saldık.” (el-Kamer, 19)
“Âd kavminde (ibretler vardır). Onlara, kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik. Üzerinden geçtiği şeyi sağlam bırakmıyor, onu kül gibi ediyordu.” (ez-Zâriyât, 41-42)
Bu kasırganın tesiriyle insanlar, çekirgeler gibi havada uçuşmağa başladılar. Uçmamak için eteklerini birbirine bağlayıp halka oldular. Fakat bu da çâre olmadı. Bâzıları, develerin ve dev cüsseli insanların, havalarda uçmaya başladığını görünce, evlerine doğru koşuştular. Fakat aynı âkıbet, oralarda da kendilerini yakalıyor, onları bir saman çöpü gibi evlerinden dışarıya atıyordu. Kur’ân-ı Kerîm, bu durumu şöyle tasvîr eder:
“İnsanları sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi koparıp deviriyordu.” (el-Kamer, 20)
Allâh -celle celâlühû- rüzgâra emretti. Kum tepelerini onların üzerlerine yığdı. Bu, yedi gece, sekiz gün devâm etti. O azgın kavim, hazin bir âkıbete dûçar oldu. Âd kavminin helâk edilişi, âyet-i kerîmelerde şöyle bildirilmektedir:
“Allâh onu (fırtınayı), ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş hâlde görürdün. Şimdi onlardan arda kalan bir şey görebiliyor musun?” (el-Hâkka, 7-8)
“…Âyetlerimizi yalanlayıp da îmân etmeyenlerin ise kökünü kestik.” (el-A’râf, 72)
“İşte Âd (kavmi)! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberine âsî oldular ve her inatçı zorbanın emrine uydular. Onlar, hem bu dünyâda, hem de kıyâmet gününde lânete tâbî tutuldular. Biliniz ki, Âd (kavmi) Rablerini inkâr ettiler. (Şunu da) bilin ki Hûd’un kavmi Âd, Allâh’ın rahmetinden uzak kılındı.” (Hûd, 59-60)
Bu fırtına geldiği zaman, Hûd -aleyhisselâm- ve tevhîd akîdesinde olanlar, Allâh’ın inâyet ve rahmetiyle bu ilâhî azâbdan kurtuldular. Azâb, âsî olanların üzerine indi. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Emrimiz gelince, Hûd’u ve O’nunla berâber îmân edenleri, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları, ağır bir azâbdan kurtuluşa erdirdik.” (Hûd, 58)
Tefsîr âlimleri, buradaki “tarafımızdan bir rahmetle kurtardık” ifâdesini şöyle açıklarlar:
Allâh -celle celâlühû- Hûd -aleyhisselâm-’ı ve ona tâbî olan mü’minleri, merhametinin muktezâsı olarak muhâfaza etmiş ve kurtarmıştır. Ayrıca buradan, kullara verilen nîmet ve lutufların, yapılan amellerin karşılığı değil de, rahmet ve merhamet-i ilâhiye sebebiyle ihsân edildiği anlaşılmaktadır.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığına göre Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, rüzgar estiğinde ve gökyüzünde siyah bir bulut gördüğü zaman korkusundan yüzünün rengi değişir, bâzen o buluta karşı durur bakar, bâzen geri döner, eve girer çıkardı. Yağmur yağdığında ise rahatlardı. Bunlar bir endişe alâmeti idi. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- bunun sebebini öğrenmek isteyince Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“Ne bileyim, belki bu kara bulut Âd kavmine geldiği gibi bir azâb olur. Onlar gördükleri siyah bulutu yağmur yağdıracak bir bulut zannetmişlerdi; ama o elîm bir azâb getirdi.” (Buhârî, Tefsîr, 46/2; Müslim, İstiskâ, 14-16)
Yine Hazret-i Âişe vâlidemizden şöyle bir hadîs nakledilir:
Rüzgar şiddetli estiği zaman Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyururdu:
“Allâh’ım! Sen’den bu rüzgarın, bu rüzgarın içinde bulunan şeylerin ve Sen’in gönderdiğin şeylerin hayırlı olmasını istiyorum. Bu rüzgarın, içinde bulunan şeylerin ve Sen’in gönderdiğin şeylerin şerrinden de Sana sığınırım.” (Müslim, İstiskâ, 15)
Peygamber Efendimiz her an böyle bir teyakkuz hâlinde olmuş ve ümmetinin de bu hâlet-i rûhiyede olmasını murâd etmiştir.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vedâ haccında, Usfan vâdisine vardığı zaman, Hazret-i Ebûbekir’e:
“–Yâ Ebubekir! Bu hangi vâdidir?” diye sormuştu.
Hazret-i Ebûbekir:
“–Usfan vâdisidir.” diye cevaplayınca Peygamber Efendimiz; Hûd -aleyhisselâm-’ın, beline aba bağlamış, belinden yukarısını alacalı bir kumaş ile bürümüş, genç ve kızıl, yuları hurma liflerinden örülmüş dişi bir deve üzerinde, hac için buradan telbiye ederek geçmiş olduğunu haber vermiştir. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 232)
HZ. HUD’UN (A.S.) KABRİ NEREDE?
Âd kavmi helâk olunca Hazret-i Hûd -aleyhisselâm- kendisine inananlar ile beraber Mekke’ye gelmiş ve vefât edinceye kadar orada kalmıştır.
HZ.HUD’UN (A.S.) MUCİZELERİ
1. Allâh’ın izni ile, rüzgârları istediği tarafa yönlendiriyordu.
Kavmi, kendisinden mûcize istedi. O:
“–Nasıl bir mûcize istiyorsunuz?” deyince, rüzgârı istedikleri yöne çevirmesini söylediler. Hazret-i Hûd -aleyhisselâm- da rüzgârı, onların istediği yöne çevirdi.
Ne büyük bir ibrettir ki Âd kavmi, Cenâb-ı Hakk’ın bu mûcizesini görüp îmân etmedikleri için nihâyetinde rüzgârla helâk edildiler. Bu rüzgâra Kur’ân-ı Kerîm’in ifâdesiyle “rîh-i sarsâr” (uğultulu ve şiddetli kasırga) denilmiştir.
2. Yünü, ibrişim hâline getirirdi. Yâni parlak bir hâle çevirirdi.
3. Şiddetli yağmurlarda sefer yapılamazdı. Hûd -aleyhisselâm- duâ etti; yollarda barınaklar oldu. Yağmur bitinceye kadar halk o barınaklarda muhâfaza içinde beklerdi.
Geçmiş peygamberlerin ve kavimlerin kıssalarının Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilmesi, inananların ibret almaları içindir. Geçmiş peygamberlerin her tavrı müslümanlar için de takip edilecek bir yoldur. Hûd -aleyhisselâm-’ın kıssasına bu vecheden baktığımızda, birçok numûne davranışlarla karşılaşmaktayız:
Nitekim Hazret-i Hûd -aleyhisselâm-, Allâh yoluna samîmiyetle sarılmış vakûr bir kişidir. Söyleyeceğini, ölçüp tarttıktan sonra söylemiştir. Kötülüğe, kötülükle karşılık vermediği gibi aksine onlara yumuşak davranmıştır. Kavmi kendisini beyinsizlikle ithâm ederken, kendisinin beyinsiz olmadığını, onları uyarmak üzere Allâh tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu söylemekle iktifâ etmiştir. Allâh’ın üzerlerindeki nîmetlerini kendilerine hatırlatmış ve bu nîmetlere şükretmeleri için Allâh’ın emirlerine riâyet etmeleri gerektiğini anlatmıştır. Bundan dolayı onlardan bir ücret istemediğini de bilhassa ifâde etmiştir.
Dipnotlar:
[1] Bkz. Hâkim, el-Müstedrek, II, 614-616.
[2] Bkz. eş-Şuarâ, 129, 133, 134.
[3] Yâni Rabbimizin hüküm ve tasarrufları tamâmen doğrudur. O, haksızlık ve zulümden, yanlış ve hatâdan münezzehtir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
https://
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder